POMEM Mülakat Soruları 1
POMEM Mülakat Soruları 1
2014-2015-2016 Yıllarında Çıkan Tüm Soruları Buradan Yayınlayacağız.
1-
Atatürk'ün İnkılâpçılık
ilkesini anlatınız.
İnkılâp, bir toplumun önemli
kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirmesi atılımıdır.
Tarihte önemli, büyük inkılâplar görülmüştür. Atatürk yönetimindeki Türk
Milleti de tarihteki en önemli İnkılâplardan birini gerçekleştirmiştir. Bir
toplumda durup dururken inkılâp yapılmaz, inkılâpların tarihten gelen büyük
sebepleri vardır. Türkler bir zamanlar dünyanın önemli devletlerinden biri olan
Osmanlı Devletini kurmuşlardı. Bu devlet yüzlerce yıl dünyanın sayılı
güçlerinden biri olarak kaldı. Ama Batı'da gelişen akıl ve bilim çağına ayak
uyduramadığı için geride kalmaya, güçsüzleşmeye başladı.Birinci Dünya Savaşı
sonu yenilgi ve parçalanma, Atatürk'e, Türk milletini bir araya getirip
mücadele etme ve yapıyı yenileme düşüncesini ve bunu gerçekleştirme azmini
vermiştir. Bu azim ve kararlıkla yola çıkan Atatürk, büyük bir inkılâp yapmış
ve ülkeyi bir çağdan alıp başka bir çağa götürmüştür.
Atatürk'ün İnkılâpçılık ile İlgili Bazı Sözleri
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye
Cumhuriyeti
halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle
uygar bir toplum haline
ulaştırmaktır. (1925)
Biz büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa
götürdük.
(1925)
2.
Atatürk'ün
Laiklik ilkesini anlatınız.
Laiklik; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine
değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır. Laiklik ilkesi Atatürk’ün
Cumhuriyetçilik ile beraber önem verdiği
iki ana ilkeden biridir.
Son olarak laiklik ilkesi 1937
yılında anayasamıza girmiştir.
Atatürk'ün Laiklik ile İlgili Bazı Sözleri
Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir.
(1930)
Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle
mücadele
kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi
imkanını temin etmiştir.
(1930)
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.
Biz
dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı
değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve
fiile
dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)
3- Atatürk'ün Halkçılık ilkesini anlatınız.
Bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde
bulunan
insanlara halk denir. Bu akımdan halkçılık ilkesi hem cumhuriyetçilik hem de milliyetçilik ilkelerinin
zorunlu bir sonucudur. Atatürk'e göre millet ile halk aslında tek anlama gelmektedir. Halkçılık
ise
millet içindeki çeşitli insan gruplarının çıkarına ve
yararına bir siyaset izlenmesi,
halkın kendi kendini yönetmeye alıştırılmasıdır. Halkçılık, cumhuriyetçiliğin doğal bir sonucudur
denildi ki, bu çok doğrudur. Cumhuriyet, halkın kendi yöneticilerini kendi içinden seçmesi anlamına gelmektedir. Böylece cumhuriyet rejimi, bir halk
rejimi olmaktadır. Aynı biçimde,
halkçılık, milliyetçiliğin de bir sonucudur. Millet halktan oluştuğuna göre, milliyetçilik, Türk halkının
mutluluğu için çalışmak, ortak geçmişe ve geleceğe halkla birlikte bağlanmak demektir.
Atatürk'ün Halkçılık'la İlgili Bazı Sözleri
İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi
geleceğine
sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir
toplum
istemidir. (1921)
Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat
kişisel ve
sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli
mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir. (1923)
4- Atatürk'ün Milliyetçilik ilkesini anlatınız.
Ait olduğu
milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu çalışmayı ve bilinci,
diğer kuşaklara da yansıtmaya
"milliyetçilik" denilir. Bu tanıma göre milliyetçiliğin en
önemli öğesi "millet" olmaktır. Atatürk’e göre ‘‘Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına, Türk
milleti denir’’. (1930)
Atatürk’e göre Cumhuriyetimizin
dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu
olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de, o kadar kuvvetli olur. Atatürk’ün
Milliyetçilik anlayışı millet için çalışmayı, milleti yüceltmeyi ve ülkenin
dünya devletleri arasında hak ettiği yere gelmesi için çaba göstermeyi gerektirir.
Atatürk’ün Milliyetçilik ilkesi
ırkçılığa karşı olup kendini Türk sayan herkesi Türk kabul eder.
Atatürk'ün Milliyetçilikle İlgili Bazı Sözleri
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına, Türk milleti denir. (1930)
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trakyalı her bir soyun evlatları ve aynı
cevherin
damarlarıdır. (1923)
Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere
saygı duyarız.
Onların milliyetlerinin bütün gereklerini tanırız.
Bizim milliyetperverliğimiz her halde bencil ve gururlu bir milliyetperverlik değildir. (1920)
5- Atatürk'ün Cumhuriyetçilik ilkesini anlatınız.
Cumhuriyet bir devlet biçimidir. Cumhuriyette esas olan ilk öğe, devlet başkanının belli bir süre için seçilerek iş başına
gelmesidir. Bu bakımdan cumhuriyet, başta bir hükümdarın bulunduğu devlet biçimlerinden (monarşilerden) ayrılır. Monarşilerde devletin başı,
belli bir aile içinden çıkar, normal koşullar altında, ölünceye kadar iş başında kalır. Yerine gene
aynı
aileden bir başkası gelir. Her monarşide, aile içinden
kimin hükümdar olacağı belli bazı kurallara göre saptanır. Cumhuriyette devlet başkanı belli
bir süre
içinde seçimle iş başına gelince, ileri gelen diğer
kişilerin de seçimle belirlenmesi
gerekir. Bunlar genellikle o toplumda yasa koyacak kimselerdir. Gerek devlet başkanının, gerek yasa koyma yetkisine
sahip olanların seçimle iş başına gelmesi şartının kabulü ile cumhuriyet tam anlamıyla belirmiş sayılmaz. Şimdi sorun seçim üzerinde düğümlenecektir.
Seçime kimler
katılacaktır? Belli bir grup vatandaşa seçme ve
seçilme hakkı verilirse belki dış görünüşü bakımından bir cumhuriyetle karşılaşılır. Böyle
cumhuriyetler
ilkçağ Yunan kent devletlerinde, bazı ortaçağ İtalyan
ve Alman bölgelerinde (Venedik, Ceneviz cumhuriyetleri, Hansa kentleri gibi) görülmüştür. Bu
tür eski
cumhuriyetlerde seçime katılma hakkı sadece belli bir
grup vatandaşa
verilmişti. Onlar, yaptıkları seçimle iş başına gelen kadroya dayanarak tüm toplumu yönetiyorlardı. Bugünkü anlayışımıza göre bu
tür cumhuriyetler amaca uygun
birer rejim değillerdir. Onlara aristokratik veya oligarşik cumhuriyetler denilir.
Atatürk'ün Cumhuriyetçilik ile İlgili Bazı Sözleri
Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare,
Cumhuriyet
idaresidir. (1924)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.
(1933)
Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. (1925)
6- Atatürk'ün Devletçilik ilkesini anlatınız.
XX. yüzyılda dünya devletleri daha
mutlu yaşamak imkânlarına kavuşmak için
üretimi artırma gereğini duydular. Bunun için de başlıca üç
yöntemin uygulanmasını öngördüler.
Bunları kısaca gözden geçirelim: Liberal
Ekonomi: Bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı
tümüyle bireylere bırakılmıştır. Liberal
ekonomi görüşüne göre, ekonomik hayatın kendiliğinden işleyen
yasaları vardır: Üretim, mallara olan
isteğe bağlıdır, istek ise, üretimin az veya çok olmasını sağlar. Devlet bu kuralları
yönlendirmeye karışmamalıdır. Devletin
görevi yurdu savunmak, eğitim İşlerini düzenlemek, adalet dağıtmak
gibi alanlarda kalmalıdır..
Sosyalist Ekonomi: Bu tür
görüşü uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem
üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim araçlarına
sahip olmaları yasaktır. Devlet tüm
sermayenin sahibidir. Bütün ekonomik hayat,
devletin öngördüğü biçimde düzenlenir. Malların dağıtımını da devlet
yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü
benimsemişlerdir.
Ilımlı Ekonomik Sistemler: Dünyanın
hızla değişen şartları hem liberalizmin,
hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde işleyemeyeceğini göstermiştir.
Bu bakımdan liberal rejimlerin
bazılarında, devlet ekonomik hayata artan ölçüde girerken, sosyalist sistemde de yumuşamalar
göze çarpmaktadır. Böylece her iki
guruptan bazı ülkeler rejimlerinin temelini bozmadan önemli sistem değişikliklerine girmektedirler.
Devletçilik: Atatürk
ilkelerinin arasında bulunan devletçilik, bir ekonomi siyasetidir. Yukarıda anlatılan rejimlere
benzemez. Milli özelliklerimize uyan,
gerekli kalkınmayı sağlayacak bir model olan devletçiliğin hangi şartlar
altında nasıl doğduğu belirtilmişti.
Bunun için burada devletçiliği kısaca
değerlendireceğiz.
Devletçilik, temel anlamıyla
devletin ekonomik hayatın içine girmesidir. Ama
bu yapılırken sosyalist model benimsenemez. Elinde sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında, diledikleri
biçimde üretime katılabilirler. Devlet bunlara engel olmadığı gibi üstelik
gereken tedbirleri alarak işlerini
kolaylaştırır, kişileri üretim ve ticaret işine özendirir.
Ancak bilindiği gibi, hızla
sanayileşme cumhuriyetin ilk hedeflerindendi. Büyük temel sanayi kuruluşları yapmak için özel
ellerde sermaye yoktu. Bu yüzden
devletçilik doğdu. Devlet pek çok sanayi işletmesini kendisi kurdu,
çalıştırdı ve eliştirdi. Bir yandan da
uyguladığı para ve kredi politikası ile özel kişileri başıboş
bırakmadı. Böylece devlet ile vatandaş, üretim işini birlikte düzenlediler. Bu işbirliği sonucu Türkiye
örnek bir ülke durumuna gelmişti. Son
araştırmalar, Türkiye'nin 1930 yılına kadar uyguladığı devletçilik
siyaseti ile en hızlı kalkınan üç ülke
arasına girdiğini göstermektedir. 1929 yılında, 100 olan Türkiye ve dünya sanayi üretim indeksi,
1939'da Türkiye'de 196'ya erişmiştir.
Dünya ortalaması İse 119'dur. Bu gelişme tablosunda Türkiye'nin yeri, Rusya ve Japonya'dan sonra gelmektedir.
Böylece 1927'de 1000 olan milli
gelirimiz, hızlı nüfus artışına rağmen, 1939'da 1625'e yükselmiştir.
Atatürk'ün Devletçilik ile İlgili
Bazı Sözleri
Devletçiliğin bizce anlamı şudur:
Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi
faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını
göz önünde tutarak, memleket ekonomisini
devletin eline almak. (1936)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine
geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için
genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara
karışılmaz, bununla beraber, hiç bir
piyasa da başıboş değildir.
(1937)
7- Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünden ne anlıyorsunuz?
Atatürkçülük ilkelerini; "Temel
İlkeler" ve "Bütünleyici İlkeler" olmak üzere iki grupta değerlendirmekteyiz. "Temel
İlkeler"; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik,
Halkçılık, Devletçilik, Lâiklik ve İnkılâpçılıktır. "Bütünleyici
İlkeler" ise; millî egemenlik,
millî bağımsızlık, millî birlik ve beraberlik, "yurtta sulh, cihanda sulh", çağdaşlaşma, bilimsellik ve
akılcılık, insan ve insanlık sevgisidir.
Yurtta sulh, cihanda sulh için
çalışıyoruz. (1931)
Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı
prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda
sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakisinde en esaslı
amil olsa gerekir. (1919)
Sulh milletleri refah ve saadete
eriştiren en iyi yoldur. (1938)
8- Atatürk'ün inkılâplarının genel
felsefesini açıklayınız.
Atatürk'ün prensiplerini dikkatli
incelediğimiz zaman şu da görülecektir: Ulusal
varlığı tehlikeye düşmüş bir
toplum, aldatıcı ve uyuşturucu politikalarla,
izmlerle yahut dış güçlere
dayanarak değil, ulusal benliğimizden çıkan ve
ulusun kendi egemenliğine dayanan düşüncelerle kurtarılabilir. Bilindiği
üzere, 20. yüzyılın başında dünyada imparatorluklar çağı sona ermiş, ulusal devletler çağı başlamıştır. Ulusal
devlet, meşruiyetini tek kişinin
otoritesinden değil, ulusun kendisinden alan bir siyasî birliktir.
Atatürk'ün kurmuş olduğu devletimizin temeli de ulustur. BüyükNutku'nda,
kendisini ömrü boyunca "Millî
hâkimiyetinen sadık bir kulu " (Nutuk) kabul eden büyük Önder'e göre "Hâkimiyet hiçbir
mânâ,hiçbirşekilvehiçbir renkte ve rehberlikte
paylaşma kabul etmez! Unvanı ne olursa olsun, hiç kimse, bu
milletin mukadderatına ortak
çıkamaz." Onun içindir ki, büyük felâketler ve fedakârlıklar pahasına kurtarılmış hür bir vatanda kurulacak devletin şekli Türk'ün karakterine uygun demokratik bir
cumhuriyet olacaktır. Atatürk'ün
"tabiî ve kaçınılmaz bir tarihî akış" dediği vakıa, sonunda
saltanat ve hilâfetin de kaldırılarak,
tam bağımsız "Türkiye Cumhuriyeti"nin kurulmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti demek, Türk devletinin ve
ulusunun, mukadderatında yalnız kendi
iradesinin hâkim olması demektir. Atatürk, bizden bu fikrinin devamını ve dolayısıyla cumhuriyetin korunmasını
isteyen pek çok mesajlar vermiştir. Yine
Atatürk'e göre, cumhuriyetin temel kurumu, ulusal iradenin tecelli ettiği yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.
Atatürk'ün yakınında bulunan Falih Rıfkı
Atay, Cumhuriyetimizin banisini tanıtırken şu veciz sözü söyler: "Meclissiz yaşamayı aklı almayan bir
yirminci asır lideri!"
Atatürk'e göre, millî mücadele
Meclis ile kazanılmış, Cumhuriyet'i Meclis
kurmuş, inkılâpları da Meclis yapmıştır. Onun bizden istediği,
kendisinden sonra miras bıraktığı siyasî
rejimi korumak ve geliştirmektir. Ulusumuzun
bekası ve saadeti için bu şarttır. Büyük "Nutuk"ta şöyle
diyor;
"Milletimizin kuvvetli, mes'ut
ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin tamamen millî bir siyaset takip etmesi ve bu
siyasetin iç teşkilâtımıza tamamen uyması
ve dayanması lâzımdır." O, ulusal siyasetten şunu anlar;
"Millî sınırlarımız içinde, her
şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak,
varlığımızı korumakla, millet ve memleketin hakikî saadeti ve
refahına çalışmak, aşırı ihtiraslar peşinde
milleti oyalamamak ve ona zarar vermemek.
Medenî dünyadan, medenî ve İnsanî muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir."
Atatürk'ün aksiyoner doktrininde en
son safha, "Atatürk İnkılâpları" dediğimiz reformlar bütünüdür ki, devletimiz,
kuruluşunun, varlığının ve devamının fikir
ve hareket kaynağını bu reformlardan almaktadır. Bunlar;
cumhuriyetçilik, milliyetçilik,
halkçılık, devletçilik, lâiklik ve inklâpçılık başlığı altında toplanan fikrî bir zemine dayanmaktadır.
Reformlar, lâiklikten; gerçekte bir
düşünce ve zihniyet sembolü olan şapka
inkılâbına kadar diğer bütün yenilikler, Türkiye'nin iki yüzyıllık
uygarlık mücadelesini sonuçlandıran ve
kesin hedefine yönelten çağdaş bir
uygarlık
sistemi teşkil eder.
Atatürk'ün işaret ettiği bu uygarlık
anlayışı, Türk ulusuna, ulusal benliğini,
ulusal birliğini, ulusal karakterini kazandırma, kendisine güven
duymayı öğretme, çağın teknik
imkânlarından yeterince yararlanma esaslarına
dayanmaktadır. Yenilik hareketlerinin özü, kurulan devleti ayakta
tutacak ulusal yapıyı oluşturmaktan
ibaretti. Gerçekten büyük Atatürk, bu yapıyı
oluşturmuştur. Fakat o, bununla kalmıyor, gelecek nesillere başka
hedefler gösteriyordu. Asıl hedefe
yürüyüş, ulusal yapı inşa edildikten sonra
başlayacaktı. İşte bunu büyük önder, cumhuriyetimizin on yıllık bir muhasebesi olan "Onuncu Yıl
Nutku"nda veciz bir şekilde dile getirmiştir;
"Türklüğün büyük medenî vasfı
ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki
inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır."
Burada kısaca özetlediğimiz fikir ve
prensiplerine göre Atatürk'ün, psikoanatomisini
şöyle özetleyebiliriz: O önce bir komutan, siyasî bir deha ve nihayet ileriyi gören bir fikir adamı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kesin bir irade,
şaşmaz bir sezgi, yanılmayan bir muhakeme kudreti, sarsılmayan bir otorite ve disiplin, Atatürk'ün karakteristik
vasfıdır. Bu vasıflar göz önüne alınınca
derhal hükmedilir ki, Atatürk sosyolog M.Weber'in "karizmatik
lider" dediği tipin en mükemmel
örneğidir. Bu karizmatik lider, ömrü boyunca
kendisini ulusunun içinde ve ulusuyla beraber hissetmiştir. O,
savaşlardan inkılâplarına kadar ne
yaptıysa, Türk ulusunu kendi içinde ve dünya
karşısında haysiyetli, hür, müstakil, büyük ve modern bir ulus olarak
yaşatmak için yapmıştır. Türk olmanın
şuuru ve gururu, onun için her zaman tükenmez
bir ilham kaynağı olmuştur.
Atatürkün İnkilapları
Saltanatın Kaldırılması
Cumhuriyetin İlanı
Halifeliğin Kaldırılması
Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin
Kaldırılması
Medeni Kanun'un Kabulü
Tarikatların Kaldırılması, Tekke ve
Zaviyelerin Kapatılması
Lâikliğin Kabulü
Kadın Haklarının Tanınması
Şapka ve Kıyafet İnkılâbı
Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik
Soyadı Yasası'nın Kabulü
Eğitim ve Öğretim İnkılâbı
Harf ya da Yazı İnkılâbı
Tarih Anlayışında Gerçeğe Dönüş
Dil İnkılâbı
9-
Temel hak ve özgürlükler denince ne anlıyorsunuz?
Temel Hak ve Özgürlükler
Yirminci Yüzyılın ikinci yarısından
itibaren başlayan döneme insan hak ve
özgürlükleri çağı ismi verilmektedir. Gerçekten insan hak ve özgürlüklerinin
en ileri boyutta düzenlenip güvenceye
kavuşturulması bu döneme rastlamaktadır. İnsan kişiliğinin ve onurunun ayrılmaz
bir parçası olan, insanların daha
doğuştan sahip oldukları, okunulamaz, bölünemez, devredilemez ve vazgeçilemez temel hak ve özgürlükleri
önceleri kimi düşünür, hukuk ve devlet
adamlarının kafalarında bir fikir, bir kavram olarak belirlenmeye başlamış, daha sonra 1215 tarihli Büyük
Özgürlük Fermanı (Manga Charta
Libertatum); 1628, 1689 Haklar Bildirgeleri; 1776 tarihli Virjinya İnsan
Hakları Bildirgesi; 1789 Fransa İnsan
Hakları Yurttaş bildirgesi gibi bildirge
ve beyannamelerde yer almıştır. Ancak
insan hak ve özgürlüklerinin kurumsal
alandan çıkarılıp yaşama geçirilmesi başka bir anlatımla sağlam
güvencelere kavuşturulması için İkinci
Dünya Savaşından önceki totaliter devletlerin
insanlık adına yüz kızartıcı olarak kabul edilen cürümlerini görmek
ve yaşamak gerekmiştir. İkinci Dünya
Savaşından önceki dönemde, insan hak ve özgürlüklerinin sadece ulusal anayasa ve yasalarda düzenlenip
güvence altına alınmasının yetersiz
kıldığının görülmesi üzerine insan haklarının uluslar arası boyuta taşınıp uluslararası güvenceye kavuşturulması
zorunluluğu doğmuştur.
1945 yılında Birleşmiş Milletler Örgütünün kurulması, akabinde İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesinin ilanı,
insan hak ve özgürlüklerinin uluslararası boyutta korunması yolunda atılan en büyük adım
olmuştur. Ne var ki, bu büyük gelişme
taraf devletlerin hukuken bağlayıcı sözleşme yapmaları, insan hak ve özgürlüklerinin uluslararası düzeyde
korunmasını sağlayacak bir örgüt
kurumları aşamasına gelindiğinde beklenen başarı gösterilmemiştir.
Bu nedenle ortak değerlere sahip ülkeler
arasında daha dar kapsamlı bölgesel
örgütlerin kurulması yönüne gidilmiş, böylece bölgesel kuruluşların
oluşması dönemi başlamıştır. Bu bağlamda
Avrupa Konseyi’nin kurulması, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin imzalanması, insan hak ve özgürlüklerinin korunması için Avrupa İnsan Hakları Divanı ve
Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun oluşturulması
ile birey artık uluslar arası hukukun bir öznesi olmuş, insan hak ve özgürlükleri Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi yargı sisteminin
güvencesine bağlanmıştır.
Kişisel ve siyasal hakların bir
bölümünü içeren Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ilaveten sosyo –ekonomik hakları güvenceye alan
hakları güvenceye alan 18.10.1961
tariihli Avrupa Sosyal Anlaşma Şartı ve daha
sonra da Protokol ve Ek Protokol kabul edilmiş, zamanla bu haklar daha
da geliştirilerek Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Protokoller bu gelişmelere
paralel olarak değiştirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
Birleşmiş Milletler Sözleşmesini ilk
imzalayan devletler arasında yer almış,
1949 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olmuş
04.11.1950 Avrupa İnsah Hakları Sözleşmesini imzalamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti söz konusu sözleşmeleri
imzalamakla insan hakları ve temel
özgürlüklerine saygı duyulması temel ilkesini benimsemiş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası insan haklarına saygılı
olmayı Cumhuriyetin temel ilkeleri arasında
saymıştır.Daha sonra da Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkıyla Avrupa İnsan
Hakları Divanının ve Divanın yerine
kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını
kabul etmiştir. Zamanımızda insan hak ve özgürlüklerine
aykırı davranışlar, kötü muamele ve
işkence artık uluslar arası bir avuç olarak kabul edilmekte, bireyin ve toplumun kültür ve medeniyet seviyesi insan
hak ve özgürlüklerine karşı gösterdiği
özen ve saygı ile ölçülmektedir.
Çağdaş hukuk sistemlerinde insan hak ve
özgürlüklerinin en geniş boyutta kabul edilip korunmaya alınması asıl,
kısıtlamanın istisna olduğu ilkesi
ortaklaşa kabul edilmekte, yasalarda sayılan çok kısıtlı hallerin
dışında kural olarak kişinin temel hak
ve özgürlüklerinin sınırını ancak başka bir kişinin hak ve özgürlüğü teşkil etmektedir.
10-İnsan hakları sizin için ne anlam
ifade ediyor?
"Her fert istediğini düşünmek,
istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir
fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak
ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin
fikrine ve vicdanına hakim olunamaz."
Mustafa Kemal ATATÜRK
"Eşitlerinin kanuni bir hükmü
ya da bir memleket kanunu olmadan hiçbir hür
kişi tevkif, yada hapis edilemeyecek, haklarından ve mallarından
mahrum bırakılamayacak, kanun dışı
edilemeyecek, sürülemeyecek, herhangi başka
bir şekilde kötü muameleye maruz bırakılamayacaktır. Hiç bir hür kişiye
zor kullanamayacağız ve başkalarının zor
kullanmasını istemeyeceğiz".
MAGNA CARTA LİBERTATUM, 1215 YILI
İnsan hakları yeryüzünün en barışçıl
silahıdır; bizi korur. Kurallar gibidir; nasıl davranacağınızı bize
söyler. Yargıçlar gibidir; ona
başvurabiliriz. Duygular gibi soyuttur ama duygular gibi herkese aittir. Ve her
ne olursa olsun hep vardır. Tıpkı doğa gibidir; ortadan kaldırılamaz. Tıpkı ruh
gibidir; yok edilemez.
11- İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi denince ne anlıyorsunuz?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948
tarih ve 217 A (III) sayılı kararı ile
benimsenmiş ve ilan edilmiştir.
İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin
niteliğinde bulunan onurunu ve eşit ve
ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın
temeli olduğunu, İnsanın zorbalık ve baskıya
karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak
zorunda bırakılmaması için İnsan haklarının hukuk düzeniyle korunması
gerektiğini, Uluslar arasında dostça ilişkileri geliştirmeyi özendirmenin
temeli olduğunu, Birleşmiş Milletler
halklarının Birleşmiş Milletler
Antlaşmasında temel insan haklarına,
insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların hak eşitliğine olan inancını yeniden belirttiğini
ve daha geniş bir özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam
düzeyi sağlamaya karar vermiş olduğunu,
Üye Devletlerin Birleşmiş Milletlerle işbirliği
içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görüp
gözetilmesini sağlamayı
yükümlendiklerini, Bu hak ve
özgürlükler konusunda ortak bir anlayış
oluşturmanın bu yükümlülüğün tam olarak gerçekleşmesi için büyük önem
taşıdığını gözönüne alarak, Ayrıca ister
bağımsız olsun, ister vesayet altında ya da kendi kendini yönetmeyen bir ülke olsun, ister başka bir
egemenlik sınırlaması altında bulunsun,
bir kimsenin uyruğunda bulunduğu ülke ya da alanın siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne
dayanarak hiçbir ayrım gözetilemez.
12- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
denince aklınıza neler geliyor?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi'ne bağlı olarak kurulmuş
uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek
protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda
bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli
usûl ve kurallar dâhilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa
Konseyinin kuruluş amacı İnsan Hakları ihlallerini önlemek için ortak ülkü ve
ilkeleri korumak ve yaymak, ekonomik ve sosyal gelişmeleri sağlamak olarak
belirtilmiştir. Konseyin bu amacından, II. Dünya savaşı ve öncesinde yaşanan
I.dünya savaşında Avrupa’nın uğradığı sosyal, ekonomik ve politik çöküntüden
kurtulma çabası içersine girdikleri ve diktatör yönetimlerinin insanlığa karşı
onur kırıcı davranışlarının artık unutulmak istendiği anlaşılmaktadır.
13- Yasama, Yürütme ve Yargı
hakkında kısaca bilgi veriniz.
Yasama: Devletin üç
temel işlevinden birisi olan yasama işlevi TBMM tarafından yerine getirilmektedir. Yasama organı TBMM, genel
seçimler sonucunda oluşmaktadır.
Parlamenter sistemin en yakınılan noktalarından birisi, yasamanın halktan kopuk olmasıdır. Bu durumun
giderilebilmesi için öncelikle
seçmenlerin seçtikleri üzerinde denetim ve geri çağırma yetkisiyle
donatılması gelmektedir. TBMM'nin temel işlevleri yasama ve yürütmenin
denetlenmesidir. Uluslararası sözleşmelerin yasa niteliğinde olması, özellikle
insan hakları, çalışanların örgütlenmesi gibi alanlarda işlememektedir. Yeni
dünya düzeni, parlamentonun da işlevsiz kalmasını amaçlamaktadır. Parlamentonun
bugünkü yapısı bu işlevsizliği kendiliğinden doğurmaktadır.Görev parlamentonun
niteliğini yükseltmek, geliştirmek ve toplumcu demokrasinin sınırlarının
geliştirilmesi için görevini yerine getirmesini sağlamaktır. Parlamento,
üyelerin özgür iradelerini kullanmadıkları, seçilmişten çok atanmışlardan
oluşan bir organ görünümündedir.
Yürütme: Yürütme de
devletin bir başka işlevidir ve hükümet tarafından yerine getirilir. Siyasal
iktidar ekonomik iktidarın temsilidir. Demokraside en önemli gelişmeler
yürütmenin yetkilerinin sınırlanması, bu sınırlamanın genel normlarının
belirlenerek hukuk devleti kavramına varılması olmuştur. Oysa '82 Anayasası
yürütmenin üstünlüğünü benimsemiştir. Siyasal iktidarın hiç bir kararı ya da
eylemi "tarafsız" değildir ve her karar ya da eylem bazı sınıf ve
katmanların lehine diğerlerinin aleyhinedir; yürütmenin temel işlevi, büyük
çoğunlukla da iktidarda olan sınıfların çıkarları doğrultusunda kaynak
dağıtımını gerçekleştirmektir. Yürütmenin karar ya da eylemleri ancak ulusal
bağımsızlık koşullarında millet menfaati kavramına uygun düşer..
Demokratik bir yürütme için:
Yargı ve Güçler Ayrılığı: Güçler
ayrılığı, yasama, yürütme ve yargının birbirlerinden bağımsızlığını anlatır.
Ancak ülkemizde güçler ayrılığı kavramı öncelikle yargının yasama ve yürütmeden
bağımsızlığı konusunu gündeme getirmektedir. Hukuk devleti kavramının önemli
bir parçası yargı denetimidir. Yargının yasama ve yürütmeyi denetleyebilmesi,
iktidarın keyfiliğini önleyebilmesi öncelikle yargının bu organlardan bağımsız
olmasını zorunlu kılar. Bu zorunluluk 18. Yüzyıldan bu yana demokrasinin önemli
bir unsuru olarak anılmakta ve 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde
"vatandaş haklarının güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının
sağlanmadığı bir toplumda anayasa yok demektir" denilmektedir. Yargı bağımsızlığı,
ülkemizde en çok yakınılankonulardan birisidir. Ülkemizde yargının bağımsızlığı
büyükölçüde yürütmenin müdahale ve baskısıyla karşı karşıyadır. Bu durum
özellikle olağanüstü dönemlerde çarpıcı biçimleriyle ortaya çıkmakta, örneğin
Sıkı Yönetim Mahkemelerinin aynı davada verdiği mahkumiyet kararları olağan
mahkemelerde beraatle sonuçlanabilmektedir. Öte yandan yargıya hizmet etmesi
gereken kolluk güçleri görevlerini yapma konusunda keyfi davranabilmekte,
böylece yargının işlemesini olanaksız hale getirebilmektedir. Bir yıldan bu
yana gündemimizde önemli bir yer tutan Susurluk olayının bir türlü yargı önüne
getirilememesi, güçler ayrılığının önemini yeterince açıklamaktadır.
14- Atatürk’ün ‘‘Muasır Medeniyet’’ sözünü açıklar
mısınız?
Atatürk'ün "muasır medeniyetler" den kastı teknolojik,
bilimsel, ekonomik ve sanatsal gelişmelerdir.
Onun gösterdiği hedef kültürel, inançsal ve geleneksel değerlerimizi yitirmeden medenî olabilmektir. Bu
medeniyet neredeyse "muasır
medeniyet" orasıdır.Bugün ülkemiz hala gelişmekte olan ülkeler sınıfındadır ve bence gelişmiş bir ülke olabilmek için
yapmamız gereken öncelikli şey
dışa bağımlı olmaktan kurtulup üreten bir toplum olmaktır. Üretmekten kastım sadece ekonomik anlamda değildir.
Her alanda üretici olmalıyız ve her
konuda tarz sahibi bir ülke olabilmeliyiz. Bu noktaya geldiğimiz zaman muasır medeniyetler seviyesini sadece
yakalamakla
kalmayıp bu seviyeyi geçmiş oluruz.
15- Demokrasi kavramını açıklar mısınız?
Demokrasi, tüm üye veya
vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka
sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak
değerlendirilmesine rağmen üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve
diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilirler. Demokrasi,
diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın olarak
kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bu konuda
“Yöneticiler, iktidara saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir.
Ulusa karşı olan görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu biçimde
ulusal iradenin kendi haklarında vereceği kararla karşılaşırlar. Ulus
tarafından, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar, gerektiğinde ulusa
hesap vermek zorunda olduklarını bilmelidirler’’ demiştir.
16- Başarıyı nasıl tanımlarsınız?
Başarıyı genellikle birinci olmak
şeklinde görürüz. Sınıf birinciliği, okul birinciliği her zaman toplumdan
takdir görür. Elbette ki bunların da bir başarı olduğu muhakkaktır. Fakat bence
asıl başarı insanın kendi yetenekleri ölçüsünde yapabildiği en önemli iştir.
Bir 400 metre koşucusunun kalkıp yürümesi bir başarı sayılamaz. Ancak engelli
birisinin birkaç adım atabilmesi büyük bir başarıdır. Şu da var ki başarı için
yalnız zekâ ve yetenek yetmez, inanç ve azim de gerekir. Bunlar bir araya
geldiği zaman başarı da arkalarından gelecektir.
17- Başarıda takım çalışmasının rolü
nedir?
Takım ruhu, takımı oluşturan tüm
bireylerin takımın amacı yönünde bütünleşmeleri ve birlikte hareket etmeleri
sonucunda takımda ben imajı yerine biz imajının oluşması olarak yorumlanabilir.
Bir örnek vermek gerekirse üç tane 1 sayısı ayrı ayrı yazıldığında alacağı
değer 3’tür. Çünkü üç tane 1 sayısı toplandığında sonuç 3 çıkar. Fakat bu 1’ler
yan yana gelirse 111 olur. Bu basit örnek bize bir amaç doğrultusunda
birleşmenin ve takım olmanın önemini açıkça göstermektedir.
18- Takım sporları ve bireysel
sporları örneklerle karşılaştırabilir misiniz?
Bireysel sporlara örnek olarak
atletizm, güreş, tenis, masa tenisi, golf, bisiklet ve araba yarışları
verilebilir. Takım sporlarına ise voleybol, basketbol, hentbol ve futbol örnek
gösterilebilir. Bireysel sporlar ile takım sporları arasındaki en önemli fark
‘‘amaç’’tır. Bireysel sporlarda amaç bireyin kendi başarısıdır. Takım
sporlarında ise amaç grubun başarısıdır. Takım sporlarında başarıya ulaşmak
için yardımlaşma ve dayanışma görülürken bireysel sporlarda böyle bir durum söz
konusu değildir.
19- İnternetin fayda ve zararlarını
açıklayınız.
İnternet, bilgisayar ağlarını
kapsayan uluslararası bir ağdır. İnternet sayesinde dünyanın en büyük
kütüphanelerinde araştırma yapılabilir, internet üzerinden eğitim veren bir
üniversitede okuyup mezun olunabilir, farklı mekânlardaki arkadaşlarla sohbet
edilebilir, alış-veriş yapılabilir hatta uçak bileti bile satın alınabilir.
Hayatımızı bu kadar kolaylaştıran internetin elbette ki zararlı yönleri de
vardır. İnternet ortamında denetim neredeyse yoktur. Zararlı içeriğe sahip
sitelere çocuklar ve gençler kolayca erişebilmektedir. Maalesef bu durum
çocukların ve gençlerin psikolojik ve sosyal gelişimlerini olumsuz yönde
etkiler.
20- Empati nedir, empatik
iletişimden ne anlıyorsunuz?
Carl Rogers’a göre, empati, kişinin
kendisini karşısındakinin yerine koyup onun duygu ve düşüncelerini anlaması ve
bunu tekrar karşısındakine iletmesidir. Empatik iletişim demek olaylara çok
yönlü bakabilmek demektir. Olaylara farklı açılardan bakabilen ve başka
insanların gözünden aynı olayın değişik açılarını görebilen insanlar empatik
iletişim kurabilme becerisine sahip demektir.
Siyasi Parti Üyeliğimi Nasıl İptal Ettirebilirim? Tıklayın
PMYO İntibak Eğitimi Nasıl Oluyor? Okumak İçin Tıklayın
PMYO İntibak Eğitimi Nasıl Oluyor? Okumak İçin Tıklayın
POMEM Eğitim Süresi Ne Kadar Okumak İçin Tıklayınız
POMEM Eğitim Sonu Sınavı Nedir? Okumak için Tıklayınız
POMEM'de 1 Gün Nasıl Geçiyor? Okumak İçin Tıklayınız
POMEM öğrencilerinin aldığı dersler ve sınavlar neler? Okumak İçin Tıklayınız
PMYO Dersleri ve Sınavları Okumak İçin Tıklayın
YORUM EKLE